😎
Bir devlet üniversitesinde 2013 yılından beri öğretim görevlisi olarak çalışmaktayım. Ocak 2019 yılında doktora eğitimimi tamamladım ve o günden beri akademik kriterleri sağlamama rağmen kadro beklemekteyim. Kadro konularıyla ilgili de torpil hikayelerim olmakla birlikte, anlatacağım torpil hikayesi biraz daha farklı bir konuda. Hemen başlıyorum. Çalıştığım fakültede, her bölüme bir koridor ayrılmış bulunmaktadır. Her bir koridorda da 10-12 adet küçük oda ve 3 adet de büyük (duble) bulunmaktadır. Bu odaların dağılımı genellikle her bölümde benzerlik göstermektedir. Profesör olan hocalar büyük odalara yerleşmekte ve diğer odalarda diğer öğretim üye ve elemanlarınca da paylaşılmaktadır. Hikayem de bu noktada başlıyor aslında. Bölümümde çalışan ve öğretim görevlisi kadrosunda olan bir diğer arkadaş, fakültemizin dekanıyla siyasi olarak aynı kulvarda yer alığı ve tanışıklıkları uzun çok uzun zaman öncesine dayandığı için bölümümüz de 1 profesör ve 3 doçent varken, bu büyük odalardan birine dekanlık kararıyla yerleştirildi. Bu da yetmedi. Kendisine, yine dekanlık tarafından, 1 adet taşınabilir projeksiyon cihazı, 1 adet laptop, 1 adet masaüstü bilgisayar tahsis edildi. Ama bu da yetmedi. Benim bilimsel çalışmalarım için bana en az iki adet çok iyi kalite monitör lazım diyerek de bunları dekanlıktan istedi. Ve dekanlık da bu iki monitörü kendisine tahsis etti. Bunlar da yetmedi, benim çok geniş bir kitap koleksiyonum var diyerek fazladan 6 adet kitaplık istedi. Normalde her hocaya 3 adet verilen kitaplıktan, fazladan 6 tane daha aldı (toplam 9 adet). Bunlar da yetmedi kendisine. Odasının büyüklüğünden dem vurarak, fazladan 2 sehpa, 2 adet koltuk istedi. Ve ivedilikle tahsis edildi bu malzemeler kendisine. Peki bu bahsettiğim arkadaş bu malzemelerle neler yaptı ve yapmadı? Öncelikte, bu arkadaş 2014 yılından beri doktora yapmaktadır ve fakülteye geldiği günden bu yana bir tane bile makalesi, basılmış bildirisi vs. bulunmamaktadır. Odası oldukça geniş ve ferah olduğundan, projeksiyon cihazını odasının bir köşesine kurup, kendi seçtiği öğrencilerle odasında film izlemekte, zaman zamansa yine kendi seçtiği öğrencilerle sohbet toplantıları yapmakta. Bilgisayarlardan bir tanesini kendi evinde kullanmakta, sehpalardan bir tanesi odasının kapısının önünde durmakta ve üzerinde siyasi içerikli dergiler bulunmaktadır. Allah var. Hakkını yemek istemem. Odasındaki 9 adet kitaplık ağzına kadar kitapla dolu. Ancak, kendisini bir bile kitap okurken görmedim. Bu arkadaşımız bolluk içinde yüzerken, biz sefillere ne oldu? Hemen onu da anlatayım. 2013 yılında mesleğe başladığım ilk günlerde dekanlıktan bir adet bilgisayar istedim şahsıma zimmetlenmek üzere. Cevap “maalesef bütçemiz yok” oldu. Tamam dedim gidip kendi imkanlarımla bir bilgisayar satın aldım. Sonra bu arkadaşa tahsis edilen malzemeleri görünce, büyük bir hadsizlik ederek yine bir bilgisayar istedim. Dekan hocamızın cevabı halen bugün olmuş gibi kulaklarımda çınlamakta. Bana, “öyle herkeselere bilgisayar neyim verirsek, bu fakülte nasıl geçincek? Biraz da idare etmeyi öğrenin. Bu yoğurdun bolluğu nerede?” diyerek, beni kibarca geri çevirdi. Yine gidip kendi imkanlarımla bir bilgisayar aldım. Aradan biraz zaman geçti. Odamda yıllardır (2013’ten beri) kullanmakta olduğum sandalye kırıldı. Bu sefer dekanlıktan değil de fakülte sekreterinden istedim. “Hocam inanın, fakültede bir adet kürdan bile yok hocalara verilecek” dedi. Bu ve bunun gibi hikayelere bakarak, belki yanlış olacak ama, bu sistemi komple, ama a’dan z’ye, atomlarına kadar yıkıp, yeni bir akademik sistem kurmazsak, hiç biri yere varamayacağımız gibi birkaç yıl içerisinde de uluslararası platformlarda ilk 1000’de hatta ilk 1500’de bile üniversitelerimizin olması zor görünüyor. YouTube kanalınızda istatistiksel yöntemlerle ilgili videolar bana zamanında çok yardımcı olmuş ve yol göstermişti. Ayrıca, kanaldaki diğer tüm videolarda gerçek çok iyi. Kanalı kısa zamanda toparlamanız dileğiyle. Tüm o güzel videolar için teşekkürler.
Rumuz: Eburcan Tendebur
Bundan aylar önce, okurken en azından kötü alışkanlıklarımın masrafını karşılayabilme niyetiyle yeni açılan bir cafe de barista pozisyonuna iş başvurusu yaptım. Kariyerinde başarı sağlamak isteyen bir beyaz yakalı tanıdığımdan aldığım tavsiyeye güvenerek – o kişinin de her gün yaptığı gibi- mekanın sahibi ile kararlaştırdığımızdan yarım saat erken cafeye gittim. Mekanın sahibi olacak beyfendi ben geldiğimde turuncu saçlı, alımlı bir kadına etrafı gezdiriyordu. İçeri girdim. Merhaba x bey ben eburcan tendebur, iş görüşmesi için gelmiştim dememle birlikte X bey turuncu saçlı kadına tek eliyle belinden sarılarak, bana biz aradığımız baristayı bulduk dedi. Ne kadar sinirlensem de hiçbir şey demeden arkamı dönüp gittim. Bahsi geçen cafe, okulum ve evim arasında olduğu için ister istemez haftanın neredeyse her günü burayı görmek durumunda kalıyordum. Bir ay önce bir akşam cafenin ışıklarının kapalı olduğunu ve içeride kimse olmadığını farkettim. Ertesi gün yine kapalıydı. Neredeyse 2 hafta boyunca durum böyle devam etti. Bu yazıyı yazmadan 10 gün önce eleman aradıklarına dair bir afiş gördüm. İçeri girdim aynı x bey kapıdaydı. Ne olduğunu sordum. Meğerse x bey, turuncu saçlı babişko asuman’dan elde edebileceği şeyleri düşünerek işe almış fakat babişko asuman x bey cafede değilken beğendiği erkek müşterilere bedava kahveler bedava tatlılar vererek zaten ancak tek kişi çalıştırabilecek kadar küçük olan cafeyi ödeyemeyeceği kadar büyük bir borca sokmuş. Bunu öğrenince her torpil mağduru gibi benim de içim rahatlasa da bu olaydan iki ders çıkardım. Birincisi liyakatin ne denli önemli bir şey olduğu, ikincisi ise babişko asumanların her zaman kazandığı. Bahsettiğim turuncu saçlı babişko asuman cafeden bulduğu bir babişko -60’lı yaşlarında olduğunu düşündüğüm biri- ile boğazda, bir yatta, elindeki geleceğimden daha parlak yüzüğü “canım kocamın hediyesi” yazısıyla story olarak paylaşmış. Bir gün biz babişko asumanzedelerin de hakettiği yere gelmesini diliyorum 🙁
Rumuz: Şerefli İkinciŞurada paylaş: