Maladaptive daydreaming disorder (MDD), ilk olarak 2002 yılında İsrailli psikiyatrist Dr. Eli Somer tarafından tanımlanmış nadir görülen bir psikopatolojidir (Somer, 2002). MDD,
kişinin kontrol edilemez bir şekilde yoğun düşlemlere dalması ve bu düşlemlerin gerçek yaşam işlevselliği ve sosyal ilişkilerinde bozulmaya yol açması ile karakterizedir. MDD
yaşayan kişiler günün büyük kısmını, bazen günde birkaç saati, gerçek dünyadan kopuk, karmaşık fantezi senaryoları kurarak geçirirler.

MDD’nin Başlıca Belirtileri

Yoğun ve uzun süreli düşlemler,

Düşlemlerin kontrol edilememesi,

Düşlemlerin tekrarlayıcı ve stereotipik olması,

Düşlemlerden gerçeklik hissi alınması,

Düşlemlere dalmanın zevk vermesi,

Düşlemler olmadığında huzursuzluk ve dinginlik kaybı yaşanması,

Düşlemlerin kişinin günlük yaşamında işlev kaybına yol açması.

MDD’nin sıklıkla hangi psikiyatrik bozukluklarla birlikte görüldüğü, beyin görüntüleme çalışmalarından elde edilen bulgular, olası etiyolojik faktörler ve tedavi seçenekleri bu makalenin ana konularını oluşturacaktır.

Epidemiyoloji

MDD’nin toplumdaki yaygınlığı tam olarak bilinmemektedir. Somer’in klinik çalışmaları MDD prevalansının %1-4 arasında olduğunu göstermektedir (Somer, 2002). Ancak bu
oranların daha büyük örneklemlerle doğrulanması gerekmektedir. MDD çoğunlukla ergenlik döneminde ortaya çıkmakta ve genç yetişkinliğe kadar devam etmektedir. Kadınlarda biraz
daha sık görülür. Otizm spektrum bozukluğu, dikkat eksikliği, obsesif kompulsif bozukluk, uyku bozuklukları, anksiyete bozuklukları ve depresyon MDD ile sıklıkla birliktelik gösteren
psikiyatrik durumlardır (Somer, 2018).

Klinik Belirtiler

MDD’nin ana belirtilerinden biri, kişinin günün büyük kısmını kontrol edilemez yoğun düşlemlere dalarak geçirmesidir. Bu düşlemler sıklıkla karmaşık senaryolara ve detaylara sahiptir ve kişi kendisini bu fantezi dünyasının bir parçasıymış gibi hisseder. Düşlemler kişiye farklılık gösterebilir, ancak popüler konular arasında romantik ilişkiler, kahramanlık, ünlü olma, macera, bilim-kurgu yer alır (Bigelsen ve Schupak, 2011). MDD yaşayan kişiler tipik olarak düşlemleri kontrol etmekte zorlanır ve düşleme eyleminden keyif alır, tatmin olur. Düşlemlere dalmak onlar için bağımlılık yapıcı ve ödüllendirici bir etkiye sahiptir. Düşlemelerine engel olunduğunda ise huzursuzluk, sıkıntı, konsantrasyon güçlüğü ve yoksunluk benzeri belirtiler ortaya çıkar (Somer, 2002). Bu kişiler sıklıkla düşlemleri olmadan varolamayacaklarını ifade ederler. MDD zamanla kişinin akademik ve mesleki performansını, sosyal ilişkilerini olumsuz etkiler. Kişi kendisini sürekli bir fantezi âleminde yaşayan biri olarak görmeye başlar ve gerçek dünyadan uzaklaşır. Bu da işlev kaybı ve yalnızlaşmaya yol açar (Somer, 2002).

Etiyoloji

MDD’nin altında yatan nedenler tam olarak bilinmemekle birlikte, çeşitli psikolojik ve nörobiyolojik faktörler suçlanmaktadır. Psikanalitik kuramcılar MDD’yi erken dönem çocukluk
travmaları, ihmal, istismar gibi olumsuz deneyimler sonucu gelişen savunma mekanizması olarak açıklamaktadır (Somer, 2002). MDD sıklıkla düşük benlik saygısı, sosyal fobi, yalnızlık, kişilerarası ilişki problemleri olan bireylerde görülür. Bu bireyler gerçek yaşamda baş edemedikleri sorunlardan kaçmak için fantezi dünyasına sığınırlar. Dolayısıyla MDD, olumsuz duygulardan kaçınmak ve iç huzur sağlamak için geliştirilen bir başa çıkma mekanizması olarak da kavramsallaştırılabilir (Somer, 2018). Son yıllardaki beyin görüntüleme çalışmaları MDD’li bireylerin beyin yapı ve işleyişlerinde bazı farklılıklar olduğunu göstermektedir. Örneğin, Szpunar ve arkadaşlarının (2016) yaptığı bir çalışmada MDD’li katılımcıların varsayımsal gelecek senaryoları hakkında düşünürken beyin default mode network denilen dinlenme ağlarının daha aktif çalıştığı bulunmuştur. Bu da MDD’nin nörobiyolojik temelinde dinlenme ağlarındaki anomaliler olabileceğine işaret etmektedir. İleride yapılacak daha büyük örneklemli nörogörüntüleme çalışmaları MDD’nin nöral korelatlarını daha iyi anlamamıza olanak sağlayacaktır.

Sonuç olarak, maladaptive daydreaming disorder, günümüzde henüz resmi bir psikiyatrik tanı olmamakla birlikte, klinik pratikte giderek daha sık karşılaşılan ciddi bir psikopatolojidir.

Yoğun düşlemlerin kişinin gerçek yaşamı üzerindeki olumsuz etkileri göz önüne alındığında, MDD’nin daha fazla araştırılması ve tanınması gerekmektedir. Erken teşhis ve bilişsel
davranışçı terapi gibi psikoterapi yöntemleri ile olumsuz semptomlar hafifletilebilir.

Kaynakça:
Bigelsen, J., & Schupak, C. (2011). Compulsive fantasy: Proposed evidence of an under-
reported syndrome through a systematic study of 90 self-identified non-normative
fantasizers. Consciousness and Cognition, 20(4), 1634-1648.
Somer, E. (2002). Maladaptive daydreaming: A qualitative inquiry. Journal of Contemporary
Psychotherapy, 32(2-3), 197-212.
Somer, E., Lehrfeld, J., Bigelsen, J., & Jopp, D. S. (2016). Development and validation of the
Maladaptive Daydreaming Scale (MDS). Consciousness and cognition, 39, 77-91.
Somer, E. (2018). Maladaptive daydreaming: Ontology, phenomenology, and epidemiology.
Journal of Contemporary Psychotherapy, 48(2), 107-117.
Szpunar, K. K., Jacques, S. L., Robbins, C. A., Wig, G. S., & Schacter, D. L. (2014).
Repetition-related reductions in neural activity reveal component processes of mental
simulation. Social cognitive and affective neuroscience, 9(5), 712-722.

-Muhammet Öztürk-

Şurada paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir