Her şeyin tıkırında olduğu, herkesin mutlu, refah içinde ve sağlıklı yaşadığı bir yer hayal edin. Toplumsal normların sizi kısıtlamadığı, kendi düzenini kendi sağlamış bir yer. Uyuşturucu gibi bazı toplumlarca yasaklanan ya da tabu olarak görülen şeylerin yasak olmadığı ve zarar vermediği, kendi kendini yöneten, kimsenin kimseden üstte olmadığı barış içinde bir yer. İşte orası Omelas. Bütün bunların olmasını sağlayan ise sadece bir kişinin acı çekmesi. Orada yaşamayı seçenler de Omelas’ı terk edenler de birbirlerini yargılamıyorlar. Soru şu: Siz kalmayı tercih eder miydiniz?
Omelas’tan gidenlerle ilgili hiçbir fikrimiz yok. Nasıl bir vicdani hesaplaşma yaşadılar aşağı yukarı biliyoruz fakat nereye gittiklerini, gittikleri yerde kendilerini nelerin beklediğini bilmiyoruz. Hayattalar mı onu da bilmiyoruz. Daha iyi bir toplum içerisinde yaşama ihtimalleri, Omelas’taki tek kişi hariç herkesin ütopik bir mutluluk seviyesinde yaşamasından dolayı da oldukça az.
“İnsanlar neden buradan ayrılmak istiyor eğer ütopyada yaşıyorlarsa?” diyebilirsiniz. Tek bir kişi mutsuz olduğu için mi? Hatta kendi yaşamımızla kıyaslayıp “Hem mükemmellik, refah, mutluluk içinde yaşamıyoruz hem de açlık, susuzluk, hastalıklar, fakirlik gibi durumlar içerisinde acı çeken bir ton insan var.” da diyebilirsiniz. Kontrolümüz dışında gelişen durumlar konusunda vicdani rahatlık sağlamak daha kolay olabilir belki de, çünkü Omelas’ta herkes kendi toplumsal refahının bozulmama sebebinin ve onca mutluluk ve neşenin bir bodrum katında pislik içinde yaşayan, güneş görmeyen ve sadece azami şekilde hayatını devam ettirecek kadar beslenmesi sağlanan o zavallı çocuğun acısından geçtiğini biliyor ve buna göz yumuyor. Onu ziyaret etmeye gelenler var, hatta küçük yaşta çocuklar bile geliyor. Durumdan herkesin haberi var ve bu bilgiyle yaşıyorlar. Mutlulukları da belki onlar için acı çeken birinin varlığını bilmekten dolayı daha anlamlı.
Omelas’ta yaşayan insanları sakın düşüncesiz, bilgisiz ya da deli zannetmeyin. Ortalama bir insanın entelektüellik seviyesinden daha azına sahip değil burada yaşayanlar. Hatta Le Guin heyecanın, neşenin, mutluluğun ve buna benzer hislerin sanki sıradan insanlarca yaşanan basit duygularmış gibi lanse edilmesinden şikayetçi. Sadece acı mı entelektüelliği çağrıştırmalı, kötülük mü ilgi çekici? Peki mutluluk, coşku…
Bu arada insanlar hiç üzülmüyor sanmayın. Çocuk için göz yaşı dökenler, üzülenler de var. Birkaç günlüğüne susup kendi köşesine çekilen de var, uzun bir yürüyüşe çıkıp dönmeyen de. Ama çoğunluk çocuğun artık yaşamla tekrar bağ kuramayacağını düşünüyor. Suçluluk duygusu hissedilmiyor bile. Olumsuz duygular uçup gidiyor. Bazıları için vicdani hesaplaşma devam ederken diğerleri bunu sorun etmiyor. Onun acı çekmesinin Omelas’taki diğer herkesin refahını sağlamasından ötürü ona müteşekkir olan insanlar da bulunuyor. Çocuğun tekrar gün yüzüne çıktığında özgür bir birey gibi hareket edemeyeceği, uyum sağlayamayacağı, çünkü onun yerinin orası olduğu düşünülüyor. Hatta belki de onu oradan çıkarmanın çocuğa zarar vermek olduğunu düşünen bile vardır. Ayrıca çocuğu oradan kurtarmak demek, diğer herkesin hayatını alt üst etmek demek. Mutluluklarını bozmak, onları gerçek dünyadaki tüm acı, hastalık, açlık, susuzluk vb. ile yüzleştirmek, onlara yıllar boyu sürecek bir suçluluk duygusu vermek ve aklıma gelmeyen dahası…
Eminim hepimizin bir yanı çocuğu kurtarmak istiyordur, ama diğer yandan herkesi tehlikeli bir bilinmezliğe atmak oldukça korkunç. Pire için yorgan yakmak gibi. Omelas’tan gidenler de hiçbir şey yapamayacaklarını, ellerinden bir şey gelmediğini anlayarak uzaklaşmayı seçmiş olsa gerek.
Çözüm bazen içeriden bakıldığında bulunamıyor. Günah keçisi yapılmış kişi hep günah keçisi kalmak zorundaymış gibi. Özellikle o çocuğun acı çekmesi değil orada herhangi bir çocuğun ya da belki çocuk bile değil, sadece birinin acı çekmesi gerek. Koşullar sert olmalı fakat kimin için geçerli olduğu konusunda kesin bir yargı yok. Eğer özellikle o çocuğun acı çekmesi gerekseydi Omelas’ın huzuru sadece bir kişinin ömrü (ki bu kişi de kötü şartlardan dolayı muhtemelen çok da uzun yaşamayacaktır) kadar olmalı ama pek de öyle görünmüyor. Topluma karışması engellenen, hayvanlardan daha kötü standartlarda yaşamaya çalışan ve hatta artık insan gibi bile görülmeyen bir kişi, günah keçisi olması lazım. Aklıma her bir birey hayatının bir kısmında orada bulunsa nasıl olurdu düşüncesi geliyor. Biraz beyin gıdıklayıcı. Acaba mümkün olur muydu? Herkes biraz fedakarlık yapsa, kendinden ödün verse… Sadece Omelas’ta değil, bizim dünyamız için de geçerli bu. Herkes biraz başkaları için bir şey yapmaya çalışsa, taşın altına elini koysa nasıl olurdu? Değişir miydi bir şeyler? Omelas, ütopyaya; bizim dünyamız da bir adım yukarıya yakınsar mıydı?
Kaynakça: Le Guin, Ursula K. (Temmuz 2011). Omelas’ı Bırakıp Gidenler. <em>Rüzgarın On İki Köşesi. Ayrıntı yayınları: 309-318.
Deniz Dide Coşkun
Bir yanıt yazın